BESLENMEYİ KONTROLÜN ALTINA AL VE İLAÇ ENDÜSTRİSİNE MÜŞTERİ KAZANDIR...
1943- 2. Dünya Savaşı bütün dehşetiyle devam ederken, ABD dünyada açlığı yok etmeye karar verdi ve bu amaçla buğdayda verimi artırmak için ıslah etme çalışmalarına başladı. Ulvi bir ülkü! Biliyorsunuz Amerika hep “insanlığın iyiliği” için çalışır… Böylece dünyada açlığa son verme operasyonuna start veren Amerikan hükümeti, Mexico City yakınlarında bir Uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi kurdu (IMWIC-International Maize and Wheat Improvement Center).
1950- Süper buğdayı geliştirmek için yıllarca çalışan bilim insanları içinde yıldızı parlayan bir isim vardı: Dr. Norman Borlaug. Dr. Borlaug, Minnesota Üniversite’sinde çalışan bir bitki genetikçisiydi ve başarılı müdahalesi buğdayın sapını güçlendirmek oldu. Genetik müdahalelerle buğdayın verimini arttırmak için başağını kolayca büyütmüşlerdi, fakat bu sefer de sapında sorun çıkmıştı: Buğday narin bir bitkiydi ve uzun ince sapı bu dev başağı taşıyamıyordu, kırılıyor ve yere düşüp çürüyordu. Borlaug, genetik müdahalelerle buğdayın sapını kısaltıp kalınlaştırmayı başardı. Büyüyen başağı taşıyacak kadar güçlü bir saptı bu. Böylece kısa süre içinde dünya üzerinde bilinen tüm buğday türlerini tarihe gömecek cüce buğday yaratılmıştı. Evet, buğday güya “ıslah” edilmişti ama aynı zamanda muhteviyatı da değişmişti. En zararlı değişiklik ise buğday proteini olan “Gluten” üzerinde oluştu. Yeni geliştirilen cüce buğday türü, vahşi ve saldırgan bir gluten yapısına kavuşmuştu. Fakat, o yıllarda bunu bilen kimse yoktu. Buğday üzerindeki bu değişimin insan sağlığı üstündeki etkisini araştırmaya kimse tenezzül etmemişti. Sanki, bu cüce buğday doğal bir besin maddesiymiş gibi kabul edilmişti kolayca.
1953- İçinde hiçbir buğday türünde bulunmayan vahşi bir gluten türü olan cüce buğday sayesinde hayatımıza yeni bir hastalık girdi: Gluten maddesine karşı gelişen tahammülsüzlük sonucu gelişen Çölyak. O güne kadar dünya üzerinde görülmemiş ve adı konmamış olan Çölyak hastalığı, 1953 yılında ilk defa buğday ile ilişkilendirilip, hastalık olarak tanımlandı. Yani buğday güya “ıslah” edildi ve 10 sene sonra dünyada ilk kez bu “ıslah” edilmiş buğdayın insan vücudu için zararlı olduğu ve Çölyak hastalığına neden olduğu gösterildi. Oysa ilkel buğdayı insanoğlu 10.000 yıldır tüketiyordu ve Çölyak diye bir hastalık tanımlanmamıştı. Çölyak hakkında daha detaylı bilgi için, Çölyak Hastalığı ve Büyük Taklitçi Gluten İntoleransı yazılarımı okuyabilirsiniz .
50’lerden 60’lara Türkiye- Ülkemize yardım etmeyi pek seven Amerika, 1948’den itibaren Avrupa’da ünlü Marshall yardımlarını başlattı. Bu yardımlar kapsamında ülkemize genetiğine müdahale edilmiş (sözde ‘ıslah’ edilmiş) cüce buğday tohumları da gönderildi ve tüm Anadolu’ya bu tohumlar yayıldı. O günden bugüne, atadan babadan kalma tüm yerli buğday tohumlarımız neredeyse tamamen yok oldu ve hepsinin yerini cüce buğday türleri aldı. Bu verimli, dayanıklı süper buğdayın tamamen iyiliksever duygularla getirildiğini düşünen varsa, yine aynı dönem zeytinyağını kötüleyen, margarini çiçek yağını bir sağlık mucizesi gibi gösteren bir kampanya başlatıldığının altını çizmek istiyorum. Çünkü Amerika bize margarin ve çiçek yağı satacaktı. Sattı da! Bir not: Genetiğine müdahale edilmiş cüce buğday, yıllar içinde akıl almaz bir operasyonla nereyse dünyanın tüm tarlalarını işgal etti. Dünya buğday tohumu için Amerika’ya bağımlı hale gelmişti. Bugün ülkemizde ve dünyada tarımı yapılan tüm buğdayın %99’u genetiğine müdahale edilmiş cüce buğdaydır.
1970- Dr. Norman Borlaug dünyayı açlıktan kurtarmaya sağladığı katkılardan ötürü Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Kendisi aynı zamanda ‘yeşil devrimin babası’ olarak da adlandırılır. Bahsedilen bu ‘yeşil devrim’ nedir biliyor musunuz? Tarımda kimyasal ilaç ve gübrelerin kullanımına yeşil devrim diyorlar. Ne yeşili, bundan olsa olsa “KARA DEVRİM” olur! Bu yapılan, lisanı kullanarak insanları yönlendirmektir.
80’ler ve Ünlü Besin Piramidi- Genetiği değiştirilmiş cüce buğday Meksika’dan Çin’e, Türkiye’den Hindistan’a kadar tüm dünyaya yayılmış ve bu anlamda misyon tamamlanmıştı. Ama buğday pazarını büyütmek için bu yetmezdi, önemli bir desteğe daha ihtiyaç vardı. O destek 1980’lerin başında Amerikan Diyabet Derneği’nden (American Diabetes Association-kısa ismiyle ADA) geldi. ADA, obezite ve diyabeti engellemek istediğini ve bunun için sağlıklı beslenmenin şart olduğunu vurgulayarak bir besin piramidi ile tüm dünyaya beslenme önerilerini duyurdu. Piramide göre obezite, diyabet ve kalp damar hastalıklarından korunmak için günlük besin ihtiyacımızın büyük kısmını tahıl –özellikle de buğday– ürünlerinden almamız gerekiyordu. Piramidin en tepesindeki minicik bölümde yağlar yer alıyordu. ADA, “yağ yemeyin, yağlar damarları tıkıyor ve kalp damar hastalıklarına yol açıyor” diyordu. Bu söylenenlerin ne kadar yanlış olduğu ve nasıl zararlı sonuçlara yol açtığı, ilerleyen yıllarda anlaşılacaktı. ADA, önerdiği bu besin piramidi ile tüm beslenme alışkanlıklarını alt üst ederek insanlara zarar vermekten başka bir şey yapmamıştı. Bu piramitten karlı çıkan sadece ilaç firmaları oldu, bol bol ilaç sattılar.
Ve 80’lerden Bugüne Diyabet- ABD’de de tam buğdayın adeta bir sağlık mucizesi olarak lanse edildiği 30 senelik dönemde ne oldu biliyor musunuz? Obezite 3 kat, diyabet 4 kat arttı! Hani tam tahıllı ürünler tüketerek obezite ve diyabeti engellenecekti? İnsanoğlu tarihte hiç olmadığı kadar şişman ve şeker hastalığı salgın hastalık gibi artıyor.
Türkiye’de de durum farklı değil. Yapılan çalışmalara göre, 1998 – 2010 yılları arasında ülkemizde diyabet %85, prediyabet yani diyabete aday hasta sayısı ise %450 arttı! Sanki bir salgın hastalık gibi! Neredeyse ülkenin yarısı diyabet hastası, diğer yarısı da diyabet yolcusu. Böyle giderse, önümüzdeki kırk yıl içinde tüm Türkiye diyabet hastası olacak.
Ve hala tüm bir tıp camiası birleşmiş, herkese tam tahıllı ürünler yedirmeye çalışıyorlar! At gözlüklerinizi çıkarın ve önünüzdeki apaçık gerçeği görün artık. Modern buğday, insanoğlu için zehirdir ve tip 2 diyabetin ana sebebidir.
Modern Buğdayın Anatomisi
Genetiği değiştirilmiş buğdayı ilkel buğdayla karşılaştırdığınızda gluten yapısının farklılaştığı görülür. İnsanlık tarihi boyunca ne bu kadar fazla buğday tükettik, ne de bu kadar değişik yapıda glutene maruz kaldık. Gluten hassasiyetinin birçok hastalığın arkasında yatan en önemli nedenlerden biri olduğu artık net bir şekilde biliniyor.
Tabii ki cüce buğdayla ilgili tek sorun gluten muhteviyatı değil. Modern buğday, içeriğindeki bir karbonhidrat bileşeni olan Amilopektin A yüzünden, kan şekerini hızla yükseltir. Neden? Çünkü glisemik indeksi çok yüksektir: Çay şekerinin glisemik indeksi 59 iken, tam buğday ekmeğinin glisemik indeksi 72’dir. Ve doktorlar, diyabet hastalarına şekeri yasaklarken, glisemik indeksi daha yüksek olan tam buğdayı bol bol yedirirler.
10 maddede buğday yiyince vücudunuzda neler oluyor?
1. Tam buğdayı yedikten 90 dakika sonra kan şekeriniz tavan yapar. 2. Bunun üzerine beyin pankreasa emir verir. Aşırı yükselen kan şekerini düşürmek için bol miktarda insülin salgılatır. İnsülin salgısı kan şekerini düşürür. Kan şekerinin düşmesi 120. dakikadır. Yani, buğday ürünlerini yedikten 2 saat sonra acıkırsınız, eliniz ayağınız titrer. 3. Bunun üzerine tekrar yersiniz ve gün boyu bu kısır döngü devam eder. Yani, diyetisyenlerin önerdiği gibi günde 6-8 öğün beslenirsiniz. 4. Bu beslenmenin sonunda kilo alırsınız ve kan insülin seviyesi sürekli yüksek kalır. Sürekli insülin uyarısına maruz kalan hücrelerde insülin direnci gelişir ve insülin hormonu yağ yapımını arttırır. 5. Ardından glukoz metabolizması bozulur ve çok geçmeden de tip 2 diyabet hastalığı başlar. 6. Bundan sonrası yine başka bir kısır döngü: Tip 2 Diyabet teşhisi konduktan sonra gittiğiniz tüm doktorlar size ilaç başlar ve gönderdikleri diyetisyenler bol bol tam buğday ürünü içeren diyetler verir. Ekmekler, sandviçler, tostlar havada uçuşur. “Sen diyabet hastasısın, karbonhidrat almalısın” diyerek bol bol buğdayı dayarlar. 7. Verilen ilaçlar geçici olarak kan şekerini düşürür, ama siz buğday yedikçe insülin metabolizmanız alt üst olur, gün gelir ilaçlar yeterli olmaz ve doktorunuz insüline başlar. 8. İnsüline başlandıktan sonra hasta çaresizlik içinde bir kara deliğin içine düşmüştür: Doktorunun söylediği her şeyi yapmıştır ama, kan şekeri bir türlü düzene girmemektedir ve bir sürü komplikasyon baş göstermiştir. 9. Ayak yaraları başlar, böbrek yetmezlikleri oluşur, gözler etkilenir, sinir harabiyeti nedeniyle nöropatiler ve vücut ağrıları meydana gelir, vücudunun her yerinde çıbanlar çıkmaya başlar. 10. En önemlisi de, diyabetin sebep olduğu kalp damar hastalıkları oluşur. Bugün bir numaralı ölüm sebebi kalp damar hastalıkları ve bunların da bir numaralı sebebi diyabettir. Hasta konforsuz bir yaşam sürer ve acı bir ölüme doğru ilerler.
‘Sevgili’ ADA (Amerikan Diyabet Derneği) 1980’de besin piramidini çıkarırken bir de not düşmüştür: “Obezite ve diyabetten korunmak için 2 saatte bir, günde 6 ila 8 öğün yemelisiniz ve günde 6 ila 11 porsiyon tam tahıllı ürünler tüketmelisiniz.” Bütün diyetisyenler, gastroenterologlar, dâhiliyeciler, enkrinologlar hâlâ bu bilgiyi savunurlar. Hâlbuki mantık da, kan şekeri değerleri de bunun aksini söylüyor.
Tuzağa Düşmeyin
Genetiğine müdahale edilmiş buğdayın yolculuğunu kısaca tekrar hatırlayalım mı? İnsan sağlığı üstünde nasıl bir etkisi olacağı doğru dürüst araştırılmamış bir cüce buğday yaratıldı. Kararlı bir strateji ile bu cüce buğday tüm dünyaya pazarlandı.
Giderek güçlenen buğday tröstleri için son bir hamle daha vardı: Halkı daha çok buğday tüketmeye teşvik etmek, hatta buğdayın sağlıklı bir diyetin parçası olduğu algısını yaratmak. Para ve güç varsa her şey mümkündür: Tüm kamuoyunu sağlıklı, elzem bir besinin zararlı; sağlığa zararlı bir besinin ise faydalı olduğuna ikna edebilirsiniz. ADA’nın besin piramidi bunun en başarılı örneklerinden biridir. ADA eti, yumurtayı, tüm yağları azaltın; bol bol tahıl, tam buğday yiyin der. Tüm dünya hekimleri de bu beslenme modelini sorup sorgulamadan kutsal kitap beller.
Evet, önce buğday tröstleri ceplerini doldurdu, sonra da diyabet pazarının ne kadar kârlı olduğunu fark eden ilaç şirketleri geldi. 1950’li yıllarda genetiğine müdahale edilmiş buğdayla tırmanışa geçen, Batılı beslenme modelinin şeker ve katkı maddeleriyle dolu yiyecekleriyle iyice zıvanadan çıkan diyabet salgını karşısında ellerini ovuşturmasınlar da ne yapsınlar?
Yani önce gıdayı bozdular, bozulan gıda sağlığınızı bozdu ve sonra size ömür boyu kullanmanız için ilaçlar sattılar!
Lütfen tuzağa düşmeyin!
Peki Ne Yapmalı?
Daha önceki makalelerimde de belirttiğim gibi, tip 2 diyabet beslenmenin düzenlenmesiyle tam şifa ile tedavi edilebilir. Peki, doğru bir beslenme modeli ve egzersizle kontrol altına alınabilecek bir hastalık için neden hemen ilaçlar, hatta insülin iğneleri verilir?
Çünkü ilaç firmaları yatırımlar yapmış, ilaçlar geliştirmiştir. Bu ilaçların parası öyle ya da böyle bir şekilde çıkarılmalıdır, bir pazar yaratılmalıdır.
Peki, biz kendimizi korumak için ne yapmalıyız?
Cevap tek maddede açıklanacak kadar basit ve net:
• Buğdaydan üretilen her türlü gıda maddesini hayatınızdan çıkaracaksınız! Her türlü ekmek, makarna, şehriye, bulgur, mantı, tüm hamur işleri diyabet hastaları için yasak! Sağlıklı yağları yiyeceksiniz (zeytinyağı ve tereyağı), et yiyeceksiniz, sakatat, mevsim sebzeleri ve turşuyu bol bol tüketeceksiniz. Alzheimer’dan körlüğe, böbrek yetmezliğinden kalp krizine kadar birçok ciddi sağlık sorunu ile el ele yürüyen tip 2 diyabeti kontrol altına almak, tam şifa ile iyileşmek istiyorsanız buğdaydan ve buğdaydan yapılmış her şeyden uzak duracaksınız. Şeker zaten zehir, artık bunu öğrendiniz, evinize sokmayacaksınız.
Modern buğday, Tip 2 diyabetin ana sebebidir. Eğer tüm toplumun diyabet hastası olmasını istemiyorsanız, modern buğdayın tüketimini engellemelisiniz. Yok, ben yerim ekmeğimi bana bir şey olmaz diyorsanız, ilaç firmalarının ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey yapmazsınız. DR.ÜMİT AKTAŞ
Commentaires